İpek'i beklerken

Aralık ayında 6 yaşını dolduracak kızıma hamileyken herhalde dünyanın en vesveseli anne adayıydım. Genel olarak yolunda giden bir hamileliğim vardı ama daha önce bir düşüğüm olduğu için sürekli birşeylerin ters gitmesinden korkuyordum. O kadar ki hamile olduğum haberini aldığımızda 3 ay dolana kadar tam anlamıyla sevinemedik bile. Sürekli bir kaybetme korkusu yaşıyorduk. "Ya buna da bir şey olursa" diye...

Allah'tan çok anlayışlı bir doktorumuz vardı. Pozitif enerjisiyle beni hep kendime getirirdi. O kadar ki ben karnımdaki bebeğimi özlediğim için 2 günde bir bir bahane uydurup yanına gider, ultasona girmek isterdim. Eh, benm yalancı çoban sendromumu sonunda farkeden doktorumuz:
" Gülçin sen bebeğini özlediğin zaman özledim deyip gel, ben sana 3 dakika göstereyim bebeğini" dedi. Ben artık öğle tatillerinde, akşam iş çıkışlarında 3 dakika bebeğimle özlem gidermeye gidiyordum yanına...

Ultrasonda nasıl da topalak, nasıl da sahici gözüküyordu. Onu daha minicik irpirinç tanesi kadar olduğu andan itibaren canımı verecek kadar çok seviyordum. Artık yemeklerimi damak tadım için değil, kızıma fadası olacak diye yiyordum. Bir tabak ıspanağı " oh, bir tabak folik asit yedim", diye, 1 parça eti " hah, tamam, bugün kü protein ihtiyacım tamam" diyerek yeme manyaklığına ermiştim.
Son iki ayda ben iyice şişmeye başladım. Bunun aldığım 20 kiloyla pek bir ilgisi yoktu aslında. İdarda albumin çıkmıştı. Şişiyordum ha bire...Doğuma kadar ekstradan protein tozları kullanarak idare ettik durumu.

Haftalar birbirini kovaladı ve beklenen tarihten tam bir hafta önce sabaha karşı 05:30'da suyum geldi. Hiç ağrım olmadı hem de hiç. Sadece suyum geldi ve biz hastaneye gidene kadar kesede su kalmamış. Beni hemen sezeryana hazırladılar. Doktorumuz "doğuma baba da girecek" dedi. Eşim kamerayı aldı ve minik perimizin doğumunu kaydetti. O masaya yattığım zaman ne kadar korkmuştum...

Sonra hatırladığım ilk şey ameliyathanede gözümü açıp "kızım nasıl?" diye sorduğumdu. Ameliyathanedekiler "çok saçlı" dediler, yine bayılmışım. Sonra beni koridorda odama doğru götürüyorlardı kendime geldiğimde. Çok ağrım vardı. Odaya geldik, ağrı kesici diye yalvarıyordum. Sonra bir hemşire kucağında kızımla odaya girdi. Onu kollarıma verdi. Aman Tanrım, kızımın güzelliğinden ne ağrım kaldı ne sancım. O kadar minik ve o kadar güzeldi ki... hoş gerçi şimdi geriye dönüp baktığımda aslında yavrumun doğduğu zaman hiç de güzel olmadığını anlıyorum. Kesedeki su tamamen bittiği için morarmıştı. Tanrım mosmordu ve alnı simsiyah tüylerle kaplıydı.. Ama olsun o benim minik yavrumdu ve ne olursa olsun ben onu herzaman çok sevecektim.

Neyse zamanla rengi düzeldi, alnındaki tüyler döküldü ve ortaya gerçekten çok güzel bir minik prenses çıktı. O kadar akıllı o kadar uslu bir bebekti ki...

Kızımı kucağıma aldığım anda işmiş, kariyermiş hiç umurumda olmadı ve işimi bıraktım. Çünkü ben nasıl olsa iş bulurdum ama bebeğimin bu günleri bir daha geri gelmezdi. Yavru kuşumla birlikte biz çok mutlu bir aileydik. O kadar ki kızım 9 aylık olduğunda "hadi" dedik "mutluluğu çiftleyelim".

Devamı Yiğit Geldiğinde bölümünde
 

2 yorum:

mehmet dedi ki...

Dedeliğimin ilk heyecanlarını tekrar yaşattın bana.Bir anne adayının duyguları bu kadar güzel anlatılabilir.Bence bu yazıyı özellikle ''anne''olmaya karar veremeyenler okumalı ki neler kaçırdıklarının farkına varabilsinler. Tebrikler kızım.

neselihaller dedi ki...

kesinlikle babacığım, anne olmak dünyanın en muhteşem şeyi...anlatılması, ifade edilmesi çok zor...