Hikayemize kaldığımız yerden devam ediyoruz. En son Yerebatan Sarnıcı'ndan çıkıyorduk.
Çıktık..Topkapı Sarayı'na gidiyoruz. Yerebatan'ın önünden karşıya geçtik, yukarı doğru tırmanıyoruz. İpek çocuk arabasında, Yiğit arkada buggy board'un üzerinde ayakta, Metin arabayı sürüyor, ben de sırt çantasını yüklendim yanlarında yürüyorum sakin sakin. Filmlerdeki uçağı kaçırmamak için deli gibi koşan 9 çocuklu sarsak Amerikan aileleri gibi görünmediğimiz nadir zamanlardan birini yaşıyoruz.
Bir yandan yürüyoruz bir yandan da börtün böceğin, uyuyan kedilerin filan resmini çekiyoruz.
Çıktık..Topkapı Sarayı'na gidiyoruz. Yerebatan'ın önünden karşıya geçtik, yukarı doğru tırmanıyoruz. İpek çocuk arabasında, Yiğit arkada buggy board'un üzerinde ayakta, Metin arabayı sürüyor, ben de sırt çantasını yüklendim yanlarında yürüyorum sakin sakin. Filmlerdeki uçağı kaçırmamak için deli gibi koşan 9 çocuklu sarsak Amerikan aileleri gibi görünmediğimiz nadir zamanlardan birini yaşıyoruz.
Bir yandan yürüyoruz bir yandan da börtün böceğin, uyuyan kedilerin filan resmini çekiyoruz.
Turistiz ya bugün, bir kaptırmışız kendimizi sormayın. Caferağa Medresesi'ni geçtik, Değerli Taşlar Müzesi'ni de geride bıraktık geldik Soğuk Çeşme Sokağının başına…
Ben bu sokağı sevmesine severim de evleri sarı, mavi, mor, pembe filan yapmamışlar mı bana göre hiç güzel olmamış. Orjinallikten çok uzakta yani…
Sokağın başında gene 5 dakika foto molası verdik.
Ben: Metiiinnn…biraz daha geri git de şu ağacı da alayım
Metin: Anneye bakın çocuklar
Yiğit: Ne zaman gitçez? İpek, in arabadan biraz da ben bineyim
İpek: Hayır
Neyse bu şekilde biraz mesai harcadık…da…dün akşam çektiğimiz resimlere baktım…Ağacı hakikaten güzel çekmişim ama Metin'i ve çocukları bulmak için epey bir zoom yapmak gerekiyor.
Ben bu sokağı sevmesine severim de evleri sarı, mavi, mor, pembe filan yapmamışlar mı bana göre hiç güzel olmamış. Orjinallikten çok uzakta yani…
Sokağın başında gene 5 dakika foto molası verdik.
Ben: Metiiinnn…biraz daha geri git de şu ağacı da alayım
Metin: Anneye bakın çocuklar
Yiğit: Ne zaman gitçez? İpek, in arabadan biraz da ben bineyim
İpek: Hayır
Neyse bu şekilde biraz mesai harcadık…da…dün akşam çektiğimiz resimlere baktım…Ağacı hakikaten güzel çekmişim ama Metin'i ve çocukları bulmak için epey bir zoom yapmak gerekiyor.
Güzel güzel yürüdük ve sokağın sonuna, Topkapı'nın köşesine geldik. Orada, tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama tarihi bir küçük yer var.
Ben: Ayyy, Metin, 22-23 sene önce yaz tatilinde teyzemlere İstanbul'a geldiğimizde tam burada otururken çekilmiş bir resmim var. Hadi gene aynı yerde oturayım, aynı pozu vereyim, resmimi çek.
Yiğit: Ben de gelicem
Metin: Ooolum ben bir anneni çekeyim, seni de sonra çekerim
İpek: Beni de çek
Şeklinde kısa bir mücadeleden sonra 22 sene önce oturduğum yerde oturup aynı pozu verdim. Bir garip oldum….
Sonra Yiğit ve İpek de resim çekildiler. İpek'in tırmandığı yerde bacak bacak üstüne atıp bir poz verişi vardı ki sormayın…
Sonra aynı fotoğraf maceralarını Topkapı Sarayı'nın dış kapısında, iç avlusunda ve bilumum yerlerinde de yaşadık. Avludan içeriye girdik yürüyoruz. Hemen sağ tarafta Askerler nöbet tutuyor. Bildiğimiz Türk askerleri, Yeniçeri filan değil yani.
Metin: Ya Gülçin bu askerler Topkapı'nın içinde niye nöbet tutuyorlar? Osmanlı'nın torunları gelip tahta oturmaya kalkmasınlar diye mi? Hihohahağanaa….
Ben: Ay Metin yaaa…ne bileyim belki aşağıda askeri birlik filan vardır
Metin: Ben de onu diyorum ya işte…Sarayın içine niye birlik kurmuşlar? Tahta çıkmaya kimse kalkışmasın diye mi? Ahihihohahah
Aslında ben de gerçekten merak ettim, niye acaba içeride askeri birlik vardı? Belki Topkapı'nın hazinelerini korumak içindir. Evet, bu mantıklı olabilir. Beğendim kendi aklımı bakın şimdi…
Bu arada müze kart alabileceğimiz bir yer araştırıyoruz. Bir yandan da ben yine çocuklara öğreten adam modundayım.
Ben: Çocuklar bakın yüzleeeerce yıl önce şu anda yürüdüğümüz bahçede Padişahlar Sultanlar yürürmüş, yaaaa…
İpek: Yaaa…sultanlar burada mı yürürmüş?
Yiğit: Kakam geldi
İleride bir tane müze kart bankosu gördük ama önünde iki kişi vardı ve satan kişi de yoktu. Önce boşverip bilet alalım dedim. Ama Metin'in yönlendirmesiyle bilet fiyatı ile müze kart fiyatının aynı olduğunu öğrenince ve de müze kartın 1 sene boyunca Kültür Bakanlığı'na bağlı müzelere ücretsiz giriş sağladığını hatırlayınca bilet almaktan vazgeçip müze kart satıcısının öğlen yemeğinden dönmesini beklemeye karar verdik.
Adam geldi, kartımızı aldık, bahçedeki muhteşem ağacın da resmini çektik ve girişe doğru yöneldik. Ama bir dakika: Çocuklara ücretsiz geçiş için bilet kestirecekmişiz. Gittim gişeye.
Ben: 2 çocuk için ücretsiz giriş bileti lütfen
Gişeci: yaş kaç?
Ben: 6 ve 4,5
Gişeci: tamam gerek yok
Ben: ama alın dediler
Gişeci: al, ikisine bir bilet yeter
Ben: Nassı yani? Şeklinde verilen 1 bileti alıp Metin'in yanına gittim. Muhabbeti anlattım. Metin yine:
Metin: Madem çocuklar ücretsiz giriyor, neden bilet kesiyorlar?
Ben: Bilmiyorum
Metin: Hayır eğer müzeleri kaç çocuğun ziyaret ettiğinin kaydını tutmaya çalışıyorlarsa neden ikisine 1 bilet kesiyorlar?
Ben:bilmiyorum
Metin: Ne saçma
Ben: Evet ayatım, çok saçma
Şeklinde bir muhabbetle turnikelere geldik. Görevliler çocukları ayrı bir tarafa aldılar, biz kartlarımızı okutup turnikelerden geçtik. Bu arada bir tane görevli, arabada oturan Yiğit'i ve arkasında ayakta duran İpek'i işaret edip " hey, kaçak giriş var burada, nihohahahaa" şeklinde ağız dolusu bir kahkaha atınca İpek'imin yüzünü görecektiniz. Ödü koptu, bir de suçlandı, kaçak giriş yapıyor diye…Kuşum benim.
Efendim içeri girdik…de ben şimdi nasıl anlatayım burayı…gezmesi günler sürer, anlatması aylar…Birkaç satırbaşı vereyim:
Bir kere İpek padişahların neden elbise giydiğini anlayamadı, o kacaman kaftanlar elbise gibi ya…"o zamanın modası böyleydi yavrum" deyip konuyu kapattık, ne yapalım.
Bu arada arkadaşım, padişahlar kaç okka çekiyordu acaba? Hepimiz bir araya gelsek kaftanın içinde boş yer kalır genede…ne kocaman şeyler onlar öyle…Şalvarları hiç söylemiyorum bile…
Bu arada tahtları da gördük. Padişah bilmem kimin savaşa giderken kullandığı oymalı, sedef kakmalı taht harikaydı…da…insan savaşa da tahtla mı gidermiş? Oldum…tabi biraz düşününce, adamların padişah olduğunu, sıcacık, muhteşem saraylarından çıkıp savaşa bilfiil katılmalarının bile aslında müthiş bir olay olduğunun farkına vardım. Yerlerinden kıpırdamayıp ordularını da gönderebilirlerdi. Eh, savaşa da tahtla gitmişler çok mu? Tabii ki bu durumu Atatürk'ün parkasını yorgan, taşı yastık yapıp cephede karların üzerinde uyurken ki haliyle kıyaslamamak lazım. Farklı devirler, farklı dönemsel konjoktür, farklı amaçlar vs. O kıyaslamaya girmenin bir anlamı yok şimdi. Hayır ben girmiştim, çıkamadım o bakımdan yani….
Mücevherler şahaneydi…Şa-ha-ne…kafam kadar zümrütler, ceviz gibi yakutlar, hele Kaşıkçı Elması…muhteşemdi…de…Padişahların törenler sırasında su içtikleri som altından, üzeri elmas, yakut ve zümrütlerle süslü matara çocuklara pek bir enteresan geldi. Onun neresinden su içilir, o nasıl bir mataradır anlayamadılar. Üzerinde Ben Ten ve de Barbie olmayan bir matara olur muymuş hiç?
Bu gezi sırasındaki muhabbeti şöyle özetleyebilirim:
Ben: Bakın çocuklar bu sorguç..Padişahlar kafalarındaki kocaman sarıklara takarlarmış, süs diye
İpek: waaoauuvvvvvv
Yiğit: Çişim geldi
…………..
Ben: Bakın çocuklar bu padişahların kaftanı, ipekten yapmışlar
İpek: Kocaamaannnn
Yiğit: kakam geldi
………….
Ben: Ay Metinnn…şu mücevherlere baaakkk…ne kadar çok mücevherleri var...
Metin: E onlar padişah Gülçin, olcek tabii…
İpek: Ay çook parlak
Yiğit: Ne zaman gitçez…
Bu muhabbet bööööyylece devam etti dostlarım.
Gezdik gezdik, bol bol fotoğraf çektik, yorulduk, acıktık. Baktık, Sarayın altında bir kebapçı..
Ben: Ay Metin çocuklar acıktı, şurada bir kebapçı var
Metin: Gidelim hayatım
Ben: Manzarası da çok güzel, deniz, boğaz filan
Metin: Evet hayatım
Ben: Ay ama şimdi burası çok pahalıdır, boşver
Metin: Saçmalama Gülçin, hadi yürü, gidip bir yemek yiyelim şurada…
Gittik arkadaşlar…tam kenarda, nefis manzaraya hakim bir masada oturduk. Herşey harika…menü geldi, sipariş vereceğim. Çocuklar köfte istiyorlar. Biz de beğendi,meğendi bir şey istedik işte. İçecek olarak nefis üzüm şırası. Üstüne de okkalı bir orta kahve…ay nasıl keyifliyim anlatamam.
Sonra Metin Yiğit'i tuvalete götürdü, ben de hesabı alayım dedim. Allah'ım keşke hesabı Metin isteseydi ve bana duyurmadan ödeme işini halletseydi. O kadarcık yemeğe, tamam yemek çok güzeldi ama olsun- evet, o kadarcık yemeğe tam 189 TL hesap geldi. O ne yaaa….iki tabak köfte 55 TL….mideme oturdu, yüreğime indi…
Metin'e söyledim, cevap belli zaten, ne kaşınıyorsun kızım.
Metin: e öyle tabii Gülçin, ne zannediyorsun? Hani sen bana seni Sunset'e manset'e götürmüyorum diye laf söylüyorsun ya, oralar buranın kaç katı sen biliyor musun?
Ben: Ay istemem Manset filan, ben evde köfte yaparım, boşver sen…..
Yemek yenmiş, tuvaletler yapılmış, Saray'ı gezmeye devam ediyoruz ama çocuklar iyice koptular olaydan. Yorgunluk, rehavet, can sıkıntısı filan bitirdi onları. Kutsal emanetler odalarını da gezdik zorla ama yetti…Bugünlük bu kadar kültür yeter herkese dedik.
Dönüş yolu maceramız da sonraki bölümde arkadaşlar. Daha hala 15 Kasım'ı bitiremedik yani….
Sevgiler
Metin: Ya Gülçin bu askerler Topkapı'nın içinde niye nöbet tutuyorlar? Osmanlı'nın torunları gelip tahta oturmaya kalkmasınlar diye mi? Hihohahağanaa….
Ben: Ay Metin yaaa…ne bileyim belki aşağıda askeri birlik filan vardır
Metin: Ben de onu diyorum ya işte…Sarayın içine niye birlik kurmuşlar? Tahta çıkmaya kimse kalkışmasın diye mi? Ahihihohahah
Aslında ben de gerçekten merak ettim, niye acaba içeride askeri birlik vardı? Belki Topkapı'nın hazinelerini korumak içindir. Evet, bu mantıklı olabilir. Beğendim kendi aklımı bakın şimdi…
Bu arada müze kart alabileceğimiz bir yer araştırıyoruz. Bir yandan da ben yine çocuklara öğreten adam modundayım.
Ben: Çocuklar bakın yüzleeeerce yıl önce şu anda yürüdüğümüz bahçede Padişahlar Sultanlar yürürmüş, yaaaa…
İpek: Yaaa…sultanlar burada mı yürürmüş?
Yiğit: Kakam geldi
İleride bir tane müze kart bankosu gördük ama önünde iki kişi vardı ve satan kişi de yoktu. Önce boşverip bilet alalım dedim. Ama Metin'in yönlendirmesiyle bilet fiyatı ile müze kart fiyatının aynı olduğunu öğrenince ve de müze kartın 1 sene boyunca Kültür Bakanlığı'na bağlı müzelere ücretsiz giriş sağladığını hatırlayınca bilet almaktan vazgeçip müze kart satıcısının öğlen yemeğinden dönmesini beklemeye karar verdik.
Adam geldi, kartımızı aldık, bahçedeki muhteşem ağacın da resmini çektik ve girişe doğru yöneldik. Ama bir dakika: Çocuklara ücretsiz geçiş için bilet kestirecekmişiz. Gittim gişeye.
Ben: 2 çocuk için ücretsiz giriş bileti lütfen
Gişeci: yaş kaç?
Ben: 6 ve 4,5
Gişeci: tamam gerek yok
Ben: ama alın dediler
Gişeci: al, ikisine bir bilet yeter
Ben: Nassı yani? Şeklinde verilen 1 bileti alıp Metin'in yanına gittim. Muhabbeti anlattım. Metin yine:
Metin: Madem çocuklar ücretsiz giriyor, neden bilet kesiyorlar?
Ben: Bilmiyorum
Metin: Hayır eğer müzeleri kaç çocuğun ziyaret ettiğinin kaydını tutmaya çalışıyorlarsa neden ikisine 1 bilet kesiyorlar?
Ben:bilmiyorum
Metin: Ne saçma
Ben: Evet ayatım, çok saçma
Şeklinde bir muhabbetle turnikelere geldik. Görevliler çocukları ayrı bir tarafa aldılar, biz kartlarımızı okutup turnikelerden geçtik. Bu arada bir tane görevli, arabada oturan Yiğit'i ve arkasında ayakta duran İpek'i işaret edip " hey, kaçak giriş var burada, nihohahahaa" şeklinde ağız dolusu bir kahkaha atınca İpek'imin yüzünü görecektiniz. Ödü koptu, bir de suçlandı, kaçak giriş yapıyor diye…Kuşum benim.
Efendim içeri girdik…de ben şimdi nasıl anlatayım burayı…gezmesi günler sürer, anlatması aylar…Birkaç satırbaşı vereyim:
Bir kere İpek padişahların neden elbise giydiğini anlayamadı, o kacaman kaftanlar elbise gibi ya…"o zamanın modası böyleydi yavrum" deyip konuyu kapattık, ne yapalım.
Bu arada arkadaşım, padişahlar kaç okka çekiyordu acaba? Hepimiz bir araya gelsek kaftanın içinde boş yer kalır genede…ne kocaman şeyler onlar öyle…Şalvarları hiç söylemiyorum bile…
Bu arada tahtları da gördük. Padişah bilmem kimin savaşa giderken kullandığı oymalı, sedef kakmalı taht harikaydı…da…insan savaşa da tahtla mı gidermiş? Oldum…tabi biraz düşününce, adamların padişah olduğunu, sıcacık, muhteşem saraylarından çıkıp savaşa bilfiil katılmalarının bile aslında müthiş bir olay olduğunun farkına vardım. Yerlerinden kıpırdamayıp ordularını da gönderebilirlerdi. Eh, savaşa da tahtla gitmişler çok mu? Tabii ki bu durumu Atatürk'ün parkasını yorgan, taşı yastık yapıp cephede karların üzerinde uyurken ki haliyle kıyaslamamak lazım. Farklı devirler, farklı dönemsel konjoktür, farklı amaçlar vs. O kıyaslamaya girmenin bir anlamı yok şimdi. Hayır ben girmiştim, çıkamadım o bakımdan yani….
Mücevherler şahaneydi…Şa-ha-ne…kafam kadar zümrütler, ceviz gibi yakutlar, hele Kaşıkçı Elması…muhteşemdi…de…Padişahların törenler sırasında su içtikleri som altından, üzeri elmas, yakut ve zümrütlerle süslü matara çocuklara pek bir enteresan geldi. Onun neresinden su içilir, o nasıl bir mataradır anlayamadılar. Üzerinde Ben Ten ve de Barbie olmayan bir matara olur muymuş hiç?
Bu gezi sırasındaki muhabbeti şöyle özetleyebilirim:
Ben: Bakın çocuklar bu sorguç..Padişahlar kafalarındaki kocaman sarıklara takarlarmış, süs diye
İpek: waaoauuvvvvvv
Yiğit: Çişim geldi
…………..
Ben: Bakın çocuklar bu padişahların kaftanı, ipekten yapmışlar
İpek: Kocaamaannnn
Yiğit: kakam geldi
………….
Ben: Ay Metinnn…şu mücevherlere baaakkk…ne kadar çok mücevherleri var...
Metin: E onlar padişah Gülçin, olcek tabii…
İpek: Ay çook parlak
Yiğit: Ne zaman gitçez…
Bu muhabbet bööööyylece devam etti dostlarım.
Gezdik gezdik, bol bol fotoğraf çektik, yorulduk, acıktık. Baktık, Sarayın altında bir kebapçı..
Ben: Ay Metin çocuklar acıktı, şurada bir kebapçı var
Metin: Gidelim hayatım
Ben: Manzarası da çok güzel, deniz, boğaz filan
Metin: Evet hayatım
Ben: Ay ama şimdi burası çok pahalıdır, boşver
Metin: Saçmalama Gülçin, hadi yürü, gidip bir yemek yiyelim şurada…
Gittik arkadaşlar…tam kenarda, nefis manzaraya hakim bir masada oturduk. Herşey harika…menü geldi, sipariş vereceğim. Çocuklar köfte istiyorlar. Biz de beğendi,meğendi bir şey istedik işte. İçecek olarak nefis üzüm şırası. Üstüne de okkalı bir orta kahve…ay nasıl keyifliyim anlatamam.
Sonra Metin Yiğit'i tuvalete götürdü, ben de hesabı alayım dedim. Allah'ım keşke hesabı Metin isteseydi ve bana duyurmadan ödeme işini halletseydi. O kadarcık yemeğe, tamam yemek çok güzeldi ama olsun- evet, o kadarcık yemeğe tam 189 TL hesap geldi. O ne yaaa….iki tabak köfte 55 TL….mideme oturdu, yüreğime indi…
Metin'e söyledim, cevap belli zaten, ne kaşınıyorsun kızım.
Metin: e öyle tabii Gülçin, ne zannediyorsun? Hani sen bana seni Sunset'e manset'e götürmüyorum diye laf söylüyorsun ya, oralar buranın kaç katı sen biliyor musun?
Ben: Ay istemem Manset filan, ben evde köfte yaparım, boşver sen…..
Yemek yenmiş, tuvaletler yapılmış, Saray'ı gezmeye devam ediyoruz ama çocuklar iyice koptular olaydan. Yorgunluk, rehavet, can sıkıntısı filan bitirdi onları. Kutsal emanetler odalarını da gezdik zorla ama yetti…Bugünlük bu kadar kültür yeter herkese dedik.
Dönüş yolu maceramız da sonraki bölümde arkadaşlar. Daha hala 15 Kasım'ı bitiremedik yani….
Sevgiler
2 yorum:
sevgili neşelihaller;
süper süper süper!
bende burayı çok beğendim
süpersiniz
sevgiyle...
Hoşgeldin Yürekten damlalar..daha sık görüşelim...
Yorum Gönder