Hani bizler çalışan anneler olarak ha bire şikayet edip, her yakaladığımıza ağlıyoruz ya…Ev hanımı olmak da kolay değil be arkadaşlar.
Kızım, minik kuşum doğduktan 3,5 ay sonra izinlerim bitince işe geri dönmüştüm. Çalıştığım fabrikanın benim bulunduğum bölümünün kapatılacağı kesinleşmişti ama olsun, ben iyi bir elemandım ve nasıl olsa başka bir pozisyona geçebilirdim. Gerçi kabul ediyorum evde annem, kayınvalidem ve bakıcı teyzemizin de olmasına rağmen işte aklım sürekli evde kalıyordu, minik kuşumu deli gibi özlüyordum ama olsun, çalışmak da lazımdı, öyle alışmıştım.
Sonra, yani 1 ay kadar sonra, bir gün telefonum çaldı. Evden arıyorlardı. Yüreğim pır pır ederek açtım telefonu. Kızıma bir şey mi olmuştu yoksa? Arayan bakıcımızdı.
" Gülçin müjde, İpek diş çıkardı"
Nasıl mutlu konuşuyordu anlatamam. Sesi cıvıl cıvıldı. Ben telefonda kalakaldım öyle..Bir iki kelam edip kapattım telefonu. Ağlamak için tuvalete kadar gitmeyi bile bekleyemeden masamda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Arkadaşlarım evde Allah korusun bir facia filan yaşandığını zannettiler çünkü ben uzun süre ağlamaktan konuşamadım.
Saatler sonra, biraz sakinleşince arkadaşlarımın " salak mısın kızım ne zırlayıp duruyorsun? Ne güzel işte, kızın diş çıkarmış" dediler ama bu beni sakinleştiremedi. Benim derdim başkaydı.
Kızım, minik prensesim hayatının ilk dişini çıkardı ve buna yabancı bir kadın şahit oldu. Ben değil…O minicik, pirinç tanesi gibi dişi ilk gören ben değildim. Bu bana o zamanlar çok ağır geldi. Para kazanabilmek için bebeğimi bırakıp işe geliyordum ama onun en güzel, en özel anlarına şahitlik edemiyordum.
Akşam eve geldim, eşime halimi, ahvalimi anlattım. O zaten bebeğimizi benim büyütmemi istiyordu. Maddi olarak benim işten ayrılmam bizi pek sarsmayacaktı. Müdürüm de bana gaz veriyordu:
" kızım fabrika kapanıyor zaten, seni kimbilir hangi bölüme gönderecekler. Daha 28 yaşındasın, ayrılıp 2 sene çocuğuna baksan 30 yaşında iş hayatına geri dönebilirsin"
Ertesi gün istifamı verdim. İçimde hiçbir boşluk yoktu. Kararımdan dolayı çok mutluydum. Artık evde kızımla beraber olacaktım.
Biliyor musunuz gerçekten herşey o kadar güzel gitti ki…Kızımla her sabah kahvaltı etmek, onu pusetine koyup beraber alışverişe çıkmak, parkta salıncakta sallanmak o kadar keyifli ve doyurucuydu ki benim için o yoğun iş tempomu, birşeyler başarmanın verdiği tatmini hiiiç aramıyordum.
Artık herşeyi kızımla beraber yapıyorduk. Ben yemek yaparken o da mutfakta bazen mama sandalyesinde bazen halının üzerinde oyun oynuyordu. Ben tam 50'li yılların Amerikan filmlerindeki kadın modeli olmuştum. Bütün gün bebeğine bakan, giyinip kuşanıp bebek arabasındaki yavrusunu da alıp çarşıya inen, yolda gördüklerine gülümseyerek selam veren, mutlu mesut temizlik yapan, akşama çeşit çeşit yemekler yaparak kocasını öpücüklerle karşılayan çok mutlu ideal bir kadın olmuştum. Yanlış anlaşılmasın gerçekten de çok mutluydum. Hayatımın bu yeni hali beni inanılmaz tatmin ediyordu.
Minik kuşum o kadar sakin ve beraber yaşaması kolay bir bebekti ki o 9 aylıkken biz 2. bebeği düşünmeye başladık. Nasıl olsa evdeydim, çalışmıyordum, ikisine de bakabilirim gibi geldi. Hem zaten bebek için şimdi yola çıksak 1 seneyi bulurdu tutturmak…Kızımda öyle olmuştu çünkü.
Derken…1 ay sonra, kızım 10 aylıkken hamile olduğumu öğrendim. Ne kadar çabuk…Evde bayram havası tabii…Ama canlar, evde bir bebek varken ikincisini beklemek de zormuş. Artık kızımı her zamanki kadar kucağıma alamıyor, kucağımda dolaşa dolaşa uyutamıyordum.
Hele bir de 5 aylık hamileyken eşimin işi icabı başka bir şehre taşınmamız gerekince işler iyice zor oldu.
Ama olsun, yine de ben gayet mutluydum. Artık bir yandan her geçen gün büyüyen karnımı kızımla beraber seviyor, çeşit çeşit yemekler pişiriyor, kızımla yürüyüşlere çıkıyor ve de akşamları eşimi kapıda güler yüzle karşılıyordum.
Veee…oğlumuz doğdu. Neler yaşadığımızı, oğlumuzun nasıl ölümlerden döndüğünü diğer bir yazımda bulacaksınız. Burada sizlere onun sağ salim eve dönmesinden sonraki hayatımızı anlatayım biraz.
Artık iki bebekli, çok zor bir doğum sonrası dönem geçirmiş bir anneydim. Evde bir bakıcımız vardı, Bandırma'da çok güzel bir evde yaşıyorduk. Ama sonuçta iki bebeğe bakmak yardımcım olmasına rağmen zordu. Kendime hiç zaman ayıramıyor, evde gecelikle geziyor, bakımsızlık ve zamansızlıktan ölüyordum. Hatta bir gün biri kucağımda, biri elimde, ben gecelikle koridorda yürürken aynada kendimi gördüm de ağlamak geldi içimden, tam bir gecekondu dilberine benzemiştim.
Doğum sonrası aldığım kiloları vermem de haliyle biraz uzun sürdü. Evdeyken sürekli birşeyler yiyordum. Mazeret de hazır nasıl olsa: emziriyorum. Oysa yediğim mozaik pastaların sütüme pek de bir faydası yoktu hani…
Artık yaklaşık 2 senedir evdeydim ve sıkılmaya başlamıştım. Evet bebeklerimle beraber olmak çok güzeldi, oğlum da çok şükür hayati tehlikeleri atlatmıştı, sağlığı çok iyiydi. Ama ben arkadaşlarımı özlemeye, yaşadığımız küçük yerden sıkılmaya başladım. Akşamları eşim işten eve geldiğinde ben ona " günün nasıl geçti hayatım?" diye sorduğumda o bana dolu dolu bir sürü şey anlatıyordu ama o bana sorduğunda " eee…işte çocuklarla ilgilendim, kuşum 2 kez kaka yaptı, kuzum 1 kez kustu, bir de fasulye pişirdim" den öte bir şey anlatamamaya başlamıştım.
Bu arada arkadaşlarım birer birer işlerinde yükselmeye başlamışlardı ve ben tam bir evhanımı bile olamıyordum. Temizliği ve diğer ev işlerini bakıcımız yapıyordu. Zaten ben öyle ev işinden de pek hoşlanmam. Ama yine de bir zamansızlıktır gidiyordu. İnternete bile giremiyordum. Geceleri bir birine bir diğerine uyanmaktan perişan hale gelmiştim. Çocuklarımdaki bu uyku problemi çooook uzun süre devam etti.
Değişiklik olsun diye ahşap boyama kursuna gittim. Tepsi boya, peçete kes yapıştır. Bu kursa gittiğime kendim bile inanamıyordum. Ben, canavar planlamacı, tedarikçilerin canına okuyan cevval kız gitmiş yerine ahşap boyayıp mozaik pasta pişiren bir kadın gelmişti.
Haa..tabi apartman komşularımın beni zorla altın gününe almalarını da unutmayalım. Her ne kadar " ben anlamam altın gününden, hayatımda gitmedim, zaten 2 bebeğim var" şeklinde bir araba mazeret sıralasam da beni dinlemediler. Ayıp olmasın diye katıldım ama aralarına katılamadım bir türlü. O başka bir dünya, aynı frekansı tutturamadık bir türlü.
Derken birgün ben yine tepsi boyarken bir anda kendime baktım. Bundan sonra hep böyle mi olacaktı? Ben evde çocuk bakan, altın günlerine giden, ahşap boyayan bir kadın mı olacaktım? Bunun için mi o kadar okumuş, kariyer yapacağım diye kendimi yırtıp Türkiye'nin en büyük en kurumsal şirketlerinde çalışmıştım. Artık kendimi işe yaramaz hissediyordum. Kocasının eline bakan bir kadın olmaya hiç alışmamıştım. Hoş gerçi ben böyle hissetmemeyim diye kendiliğinden eşim bankamatik kartını, hesabının internet şifrelerini bile bana teslim ediyor, ben ona ihtiyacı olduğunda para veriyordum ama olsun...Sonuçta kendimi işe yaramaz hissetmeye başlamıştım.
Eve geldim ve eşime " ben artık çalışmak istiyorum, çocuklar iyi, bakıcımız iyi, ben gidiyorum" dedim.
3 ay kadar yaşadığımız yerde küçük bir şirkette çalıştım. Önceki iş tecrübelerime göre çok küçük bir yerdi ama büyüğüne küçüğüne bakmıyordum. Sadece çalışmak istiyordum.
3 ay sonra eşimin tekrar tayini çıktı ve daha önceden yaşadığımız yere döndük. Eski bakıcımız tekrar bize geldi, annem de aylarca bizde kaldı. Ben de çoooook büyük, uluslar arası bir firmada küçük bir yönetici olarak işe başladım.
3 sene oldu buradayım. Ve şunu söyleyebilirim canlar: hergün 2,5 saatini yolda geçiren, çalışan, 2 küçük çocuk annesi olmak da çok zor bir şey. Sabahları 06:30'da servise biniyorum, ben evden çıkarken çocuklarım hala uyuyor oluyor. Onlara kahvaltı yaptıramıyorum, giydiremiyorum, okullarına öperek uğurlayamıyorum. Kızım 6 yaşında ve bune ilkokul 1'e başladı, okumayı erken sökünce erken başladı. Oğlum 4,5 yaşında ve anaokuluna gidiyor. Bana ihtiyaçları olduğunda yanlarında olamıyorum. Herşeyleriyle eşim ilgileniyor çünkü onun işi eve ve onların okuluna çok daha yakın.
Bedenim işte, aklım ve kalbim sürekli çocuklarımda. Geçen sene kızım okuda düştü ve çenesi yarıldı. Çalıştığım yer çok uzakta ve ben buradan bir araba bulup kızımın yanına gidemedim. Çenesine 4 dikiş atıldı. Eşim ve şans eseri babam hastaneye gittiler ama olsun… Ben yanında değildim.
İş için Almanya'dayken oğlum çok ağır, ateşli bir hastalık geçirdi. Yeni bakıcımız işe başlayalı 2 gün olmuştu ve ben 2 gündür tanıdığım bir kadına çocuğumu bırakmak zorunda kaldım. Gerçi çok şanslıydım, bu bakıcımız da çok iyi ve çok ilgili, özenli bir insan ama o tarihte bundan henüz o kadar emin değildim.
Bunlar çalışan bir anne için çok zor şeyler. Keşke çalışma koşullarımız bu kadar ağır olmasaydı. Günde 10 saat çalışma acaba başka hangi ülkelerde var? Yolda geçirilen zamanla beraber günde 12-13 saat evden uzaktayız. Eğer yarım gün çalışabilme şansım olsa veya evden çalışabilsem yemin ederim ölene kadar çalışırım ama bu şekilde o kadar zor oluyor ki anlatamam. Hep birşeyler eksik…..
Velhasıl kelam kardeşler olmadı, tutturamadım yine dengeyi...bana da yaranılmıyor biliyorum ama hem makul düzeyde çalışıp hem de çocuklarıma ve evime zaman ayırmanın bir yolu olmalı diye düşünüyorum.
Bilen bulan varsa bana haber versin
Sevgilerimle
Sevgilerimle
9 yorum:
Gülcincim calisarak kendi ayaklarinin üzerinde durmak cok güzel, gecen sene calisip kendi ayaklarimin üzerinde durduguma devalarca sükrettim tatlim, ama gercekten Türkiyemizde calisma saatleri cok berbat, bizim sirkette home offis yapanlar var, o tür imkanlari sunuyorlar kücük cocuklu annelere hatta babalara bile,
öyle birsey Türkiyemizde calisan annelere sunma imkanlari yokmudur acaba... ? Sultan
canım benim bizim şirkette home office uygulaması yok maalesef. Ha olsa bende o disiplin yok o ayrı. Evden çalışmak aslında o kadar da kolay bir olay değil bence
ben bebeğim henüz küçük diye ücretsiz izine ayrılmayı seçtim ama ağustos 2011 de mecburen iş başı yapıcam ve eminim her anne gibi çoğu zaman istifa etme hayalleri kurucam. sanırım bu kaçınılmaz.
gökçe
evet canım istifa edip evinin kadını çocuğunun anası olmak isteyeceksin. Taaaaa emekli olana kadar
Ben araştırma görevlisiyim, haftanın 1 günü işteyim. Diğer günler evden çalışmaya çalışıyorum. Mutluyum, iyi ki böyle bir seçim yapmışım. Ama bu şekilde de işimi ihmal ediyorum tabii, çok verimli çalışamıyorum, istediğim kadar iyi olmuyor yazılarım vs.
Benim pozisyonumda olup da, yani işe gitmek zorunda olmayıp da yine de her gün işe giden arkadaşlarım var. Yani bence annenin de kişilği ve seçimleri ile alakalı.
Ama 10 saat çalışma ve 90 km yol da çok çok ağır olmuş hakikaten. En azından yol olmasaymış bari :(
ah keşke ÇokBilmiş...evimin yakınında bir yer olsa ne güzel olurdu. Sen çok iyi yapıyorsun, bak özendim sana şimdi...
ne demeli?
trajı-komik?
gecekondu dilberi kısmında kahkahadan öldüm:)
güzel anlatmışsınız gerçekten.bende mesleğin bırakan annelerdenim,daha doğrusu önce mesleğini bırakmış,sonra ataması olmadıgından ev hanımlığına atanmış:))
Hoşgeldin Deren, çok zor oluyor değil mi? ama sana birşey söyleyeyim mi? şimdi de keşke ev hanımı olsam, sabahları okula çocuklarımı ben uğurlasam diye ölüyorum. İş yerinde onlarca sinir bozucu iş ve de insanla uğraşmak yerine evimde oturup yemek filan yapsam istiyorum.
Zaten benim bir kolayım yok ki...
aman ne güzel yazmışsın kime yaranılır ki bu konuda. Yine evde iyi idare etmişsin bir çocuk daha yapmışsın. bunlar kar kalmış yanına.
Yorum Gönder